11 Ağustos 2015 Salı

türk esnafının patates kızartmasına verdiği değer

var böyle bir şey.

misal döner alıyorsun, adam domatesi yeşilliği yağdırıyor içine, patates kızartmasına gelince bakıyorsun, 3 adet. öğlen ofiste yemek yiyecen, tavuk şinitzelin yanına patates kızartması istiyorsun, bakıyorsun 4 adet. sonra aaa çok koymuşum amk diyerek 1 tanesini geri alıyor.

yukarıda durumu özetlediğime göre sövme kısmına geçebilirim. ya arkadaşım. siz rahatsız mısınız ulan? neyin hesabı bu amına koduğumun andavalları! patates lan bu patates! kızartma olunca mı değeri artıyor anlamıyorum ki. çünkü mesela patates haşlama aldığında böyle bir durum yok. bol kepçe dolduruyorlar. ama kızartması oldu mu, sanki canından can gidiyor pezevengin. altın tozuna falan mı yatırıyorsunuz oğlum ne bu tripler?

bak şimdi, patatesin kilosu 1,5 lira falan. hadi 2 lira diyorum. 1 kilo patatesten kaç adet kızartma çıkar?  diyelim ki orta boyda 200 adet patates kızartması çıksın. 2/200'den, 1 adet patates kızartması 1 kuruşa denk geliyor. ki ben sayıları abarta abarta verdim. 1 kuruş bile etmiyor yani. e be amucuk bana 1 kuruşun hesabını mı yapıyorsun sen şimdi? ama sikindirik bir dönere 6,5 lira almayı biliyorsun? o ne olacak sayın sikik?

yani ben artık bu arsızlıkla mücadele edemeyeceğim ya. gerçekten. alın götünüze sokun patates kızartmalarını. hem şekli de müsait, çok acıtmaz.

29 Temmuz 2015 Çarşamba

olur öyle

işini erken bitirsen ayrı bir dert bu memlekette. alışılmamış ki. işi savsaklama, geç ve kalitesiz yapma, kısacası sikine sallamama kanıksanmış. işini düzgünce yapıp, zamanından önce bitirdin mi; millet bir işkilleniyor. kesin ip var amk diyorlar. ben ip kullanmıyorum. kendimi övmek için söylemiyorum ama götümü yırtmayı çok severim.

e şimdi şair ne demiş; yaşamak ciddi bir iştir! eh, yaşamak ciddiyse, hayatın içindeki her şey de ciddi. bir başka deyiş; hayatı ciddiye almazsan, hayat da seni ciddiye almaz.. iki nokta diye bir noktalama işareti yok bu arada. çok kullanıyorsunuz ekşi'de falan, amınıza koyarım.

sonra vay efendim adamlar plütona gitmiş, dünyanın ikamesini bulmuş 1400 ışık yılı uzakta falan. senin o son kalan beyin hücreni de sikerim bak evladım. sen önce elindeki en temel işleri ciddiye al, efendi gibi çalış, siktir et gerisini. plütonun resmini de çekmeyiver.

ben insanlara da kızamıyorum çoğu zaman. adam gerizekalı ve kültürsüz. yapacak bir şey yok. çünkü okumuyor. görmemiş ki. küçükken mahallesinde kitap okuyanlara ılık gözüyle bakılan, entel mentel diye taşak geçilen bir memlekette, kitap okunmuyor diye kızabilir misin? ulan adam osmanlı'da matbaayı kuruyor, iki ayda topu atıyor amk! e kitap okunmuyor ki.

şimdi ben hemen her yazımda okumayı övüyorum farkındayım. öyle derya deniz bir herif değilim ama elimden geldiğince okumaya çalışıyorum. arada world of warcraft'a, şampiyonşip menecır'a falan sarıyorum. hayat böyle. her zaman yüksek bir farkındalıkta olamıyorsun. 

ya bir de arkadaş, bilmekten, öğrenmekten güzel şey var mı dünyada? hiç bilenle bilmeyen bir olur mu lan? öyle şeyler öğreniyorsun ki, o an üç beş beyin hücren daha mitoz bölünüyor adeta. kafa genişliyor hacı. ha sonra o genişleyen kafayı bir şekilde sütlaca çeviriyorsun tabii orası ayrı. kaçamıyorsun siktiğimin çağından.

ulan yine nerden nereye geldik. ana avrat sövüp stres atarım diye başladım yazıya, olmadı. kısmet bir dahaki yazıya artık. (şu an blogger 'dahaki'nin altını çizdi yanlış diye. hassiktir lan! benden iyi bilecek sanki pezevenk. göt.)

31 Mayıs 2015 Pazar

ikilem

kitap okumak iyi bir şey olduğu kadar, zaman zaman delirtici bir sürece de sürükleyebiliyor insanı. onlarca yıldır doğru bildiğiniz şeylerin aslında doğru olmayabileceğini öğrenmek ananızdan emdiğiniz sütü burnunuzdan getirebiliyor.

düşün mesela, yıllarca beyazın hangi renk olduğunu biliyorsun. daha doğrusu bildiğini düşünüyorsun. sonra bir gün aslında beyazın senin bildiğin renk olmadığını öğreniyorsun. ve araba farına yakalanmış tavşan gibi kalıyorsun öyle. tabi bu örnek bayağı bir soft kaçtı. daha derin gerçeklerini düşün mesela. hiçbir zaman değişebileceğini düşünmediğin şeyleri düşün. işte o noktada bunalıma girebiliyorsun. hatta kafayı kırıyorsun hafiften.

hayatım boyunca bu ikilemleri çok kez yaşadım ve yaşamaya da devam ediyorum. 'noluyoruz amına koyim ya' deyip sik gibi kaldığım çok olmuştur. neyse ki her seferinde toparladık bir şekilde. belki de insan kendisine sadece üç beş temel ilke edinmeli. onun ötesi değişmez olmamalı insan için. atıyorum sen kendin için 'hayatta insan öldürmem' diyebilirsin. bakarsın ki yarın öbür gün savaşa gitmişsin üçer beşer insan öldürüyorsun... demek ki böyle sikimsonik temeller edinmeyecen. 

şu hayat yolunda kendim için sadece 'namuslu olmak' ilkesini hedef aldım. bakın 'yalan söylememek' gibi üfürükten bir ilke değil mesela. çünkü zaman zaman insanlığını, adamlığını korumak için yalan söylemek zorunda da kalabiliyorsun. ha tabi 'namuslu olmak' da ucu açık bir kavram. kimine göre namus cinsellikle alakalıdır. kimine göre vatanıdır, dinidir, anasının amıdır. benim için ise namus kavramı basit: kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma. zor değil, değil mi?

benim bu yazıyı yazış amacım kendimi anlatmak değil. zaten çevremdeki insanlar benim ne bok olduğumu biliyor. ben itin önde gideni isem, burada namustan dem vurmak bir fayda etmeyecektir. elbette günümüz dünyasında insanlar ak diyor, ama yaptığı işlere bakıyorsun bok. önce van minit çekip, ertesinde milyar dolarlık silah anlaşmaları imzalıyor van minit çaktiği adamlarla. demek ki o kadar da van minit değilmiş amına koyim.

iyi şeyler okuyun. zaten ortalama 70 yıl civarı yaşayacaksınız. uzun gibi görünse de, dünyanın 4.7 milyar yaşında, evrenin de yaklaşık 15 milyar yaşında olduğunu öğrendiğinizde o 70 sene 1 saniye gibi geliyor. yani büyük resimden bakarsanız, ömrü 1 gün olan kelebeklerden bir farkımız yok. bari o 1 günümüzü de insan gibi geçirelim şu anasını siktiğimin dünyasında.

öbdüm.

21 Mayıs 2015 Perşembe

uzay

başlık tabi çok yalın oldu. böylesine bir 'şey' için. şey derken, boşluk yani.

kime sorsan uzay büyük der. uçsuz bucaksız der. der de işte, öylesine. yoksa uzayın, hadi daha artislik söyleyelim kozmos'un, büyüklüğünü tahayyül etmek insan aklı için zor iş. şöyle ufaktan bir örnek vereyim. 1 ışık yılı, yaklaşık 10 TRİLYON km'dir. ve galaksimize en yakın yıldız 2 MİLYON ışık yılı uzağımızdadır. yani 10 TRİLYON x 2 MİLYON km! anasını sikiyim bu nasıl iş lan? dahası da var. ortalama olarak her galakside 400 MİLYAR yıldız var. ve kozmostaki toplam galaksi sayısı tam olarak hesaplanamasa da birkaç MİLYAR oluğu düşünülüyor. milyarları milyonları büyük yazıyorum ki, o minik beyninizi çalıştırın da düşünün azcıkın. düşünün amk ölmezsiniz.

eğer atıyorum saatte 200 km yapan bir arabayla uzayda gezseydiniz, ömrünüz boyunca bir gezegene veya bir yıldıza rastlama olasılığınız MİLYONDA BİR idi. yani kapkaranlık bir boşluk içinde gezerdiniz mal mal. bu arada şunu da söylemeden geçemeyecem, yaratılışçıların söylediği gibi evrende muazzam bir düzen yoktur. evren sürekli bir yok oluş ve yeniden doğuş içindedir. hele karadeliklere, süpernovalara falan girdik mi iyice yarrağı yiyoruz.

peki ben bunları niye yazdım? uzay muzay çok sikinizde değil tabi ki. benim de sikimde olduğu söylemez. ama hayatın en temel sorusu, biz kimiz, nerden geldik, ne bok yemeye geldik gibi soruları düşünebilmek için, önce az çok evreni tanımamız lazım. bu tarz benimden az kafayı kaldırın da iki satır bir şey okuyun. kitap okumak bir anlamda uzay ve zamanı büküyor. bin yıl önce ölmüş insanlarla iletişime geçiyorsun. bitmiş gitmiş imparatorlukları geziyorsun falan. amaaağnn neyse.

amk bir 200 yıl sonra falan doğaydık ya. belki o zaman uzaya gezmeye gitmek falan sıradan bir olaya dönüşür. hep yanlış zaman yanlış yer...

17 Nisan 2015 Cuma

aklın isyanı

akşam işten eve geliyorsun, televizyonun karşısına geçiyorsun, bu tarz benim'de sakallı herif koskoca kadını çocuk azarlarmış gibi azarlıyor. kanal değiştiriyorsun, çeşit çeşit dizi. ama bir ortak yönleri var; zeka gerektirmiyorlar. zaten televizyon izleyen insan edilgen konumda. türkçesi, mal gibi bakıyor. o mal gibi bakadursun, beyni yavaş yavaş eriyor. beyinleri eridikçe mutlu oluyor insanlar. normal olan da bu. ignorance is bliss demişler nihayetinde. ondan sonra neden ülke bu halde.. ulan üç beş beyin hücresiyle idare eden bir halkın yaşadığı ülke, dünya lideri olacak değil ya!

işsizlik %12'ye dayanmış, adgari ücret 370 dolar, benzin anasının amı, elektrik-doğalgaz ebesinin siki. ama milletvekili maaşı 23bin. işte sen ben televizyon karşısında beyin eritirsek, olan bu. ne olacak ki başka. anasını sikiyim ya çok sinirliyim. arkadaş bi 'ne oluyoruz amk' demez mi lan insan? maden olcaklarında ölen işçilerin ailelerine, hem de olayın ertesi günü biber gazı sıkılan bir ülke burası. ama sorarsan türkiye'de faşizm yok. çünkü yöneticilerimiz namaz kılıyor. ee namaz kılıyorsa milyonları milyarları sıfırlayacaklar tabi. olacaaak olacaaak olacak o kadar.

bakıyorsun plazalarda starbuckslarda takım elbiseli, güya iyi eğitim görmüş insanlar. sanıyorsun ki türkiyeyi aydınlık bir geleceğe taşıyabilecek kapasitedeler. ama hayır. anadolu çomarı diye aşağıladığın insanlardan hiçbir farkları yok. outlook'ta sikeyjul tutunca adam olunmuyor. 

cahil deyince gözümüzün önüne eğitim görmemiş, dünyadan habersiz bir insan gelir. oysa cahil olmak demek eğitim görmemek değil. cahil insan benim için, bir şeyi öğrenme imkanı varken öğrenmeyen insandır. yani sen yoldan geçen bir adama pi sayısını sorsan ve adam bunu bilemese, hemen cahil damgasını yapıştırmayacaksın. adam belki ilkokul mezunu, hayatında pi sayısını duymamış. cahil mi oluyor? ha ama eğer bu sikik, üniversite okumuş ve hala pi sayısını bilmiyorsa işte ona gönül rahatlığıyla cahil diyebilirsiniz. hatta amına kodumun cahili de diyebilirsiniz. pi sayısına takılma, örnek verdim onu. 

valla öyle içim sıkılıyor ki bazen, al beynini vur kendini şevki, ne kasıyon yaşamaya diyorum. sonra güzel bir şarkı duyuyorum, güzel bir kitaba denk geliyorum, ya da ne bilim amk supernatural'ın yeni bölümü yayınlanıyor; hayat güzel lan diyorum.

evet hayat güzel, etrafınızda insan olmadıkça.


27 Mart 2015 Cuma

iş güç üzerine

yaklaşık 7 yıllık bir çalışma hayatım var. üniversiteden sonra hemen çalışamadım. geçirmem gereken bir dizi ameliyat vardı. vücudumu yardırmam gerekiyordu. mezun olduktan 1 yıl kadar sonra başladım çalışmaya. işte 7 yıldır yardırıyoruz. 

iş güç para, bunlara çok takılmamak lazım. insan para kazanınca götü kalkıyor elbette. ama işte tam da insanlıktan çıktığımız nokta orası. parayla insan olunmaz. zengin olunur, her şey satın alınır ama insanlık alınmaz.

evet genel konseptimin dışında ciddi oluyor yazı. ama konu da ciddi la. napak?

benim derdim, bütün gün klimalı ofislerde oturup, her yarım saatte bir 15 dakika çay-sigara molası verip, üstüne bir de çok çalışıyormuş havasına giren insan müsveddelerine... beeeen yaşar ustaaa! haha o kadar da değil amk. yaşar usta kim biz kim. keşke yaşar usta olabilsek lan. 

bu arkadaşlar bütüüüün bir gün goygoy dedikodu taşşak yapar. zerre çalışmayla alakaları yoktur. bir şekilde sistemin içinde geçinir giderler. amirleri müdürleri durumu fark ettiğinde salya sümük ağlayıp duygu sömürüsü yaparlar. yeminle hepsinden TİKSİNİYORUM. kusarken büyük harflerle konuşurum.

ne hikmetse bu kesimin çoğu da kadınlardan çıkıyor. emekçi kadınlar alınmasın üstüne. bayanlar. bayanlar da neyse amk böyle salakça bir laf görmedim. kadın ulan kadın! neysem ayrı konu o... bir de emekçi kadınlar gününü kutlarlar... ulan kevaşe, o gün senin gibi serin ofislerde elinde törpüsüyle gezen sürtükler için değil. emeğiyle çalışanların, aldığı paranın hakkını verenlerin, götünden kan gelenlerin günü. orospular sizin yanınızda bir azize benim gözümde!

oha lan ne birikmiş içimde kine bak. ara sıra yazayım da içim soğusun.

27 Ocak 2015 Salı

kendini özel hissetmek

hepiniz özelsiniz. kendi başınıza, evrendeki en muhteşem ve eşsiz varlıksınız. dememi bekliyorsunuz ama maalesef ki hasiktir.

dünya nüfusu şu an yaklaşık olarak 7.3 milyar. (sen? milyor? sen bu kadar insanı ne yaptın?) ve sen hala twitter'da iki tane bombok kelime esprisi yapınca kendini özel biri gibi görüyorsun. he mi kezo? gel gör ki, seninle ne bileyim uganda'daki bir insan arasında bir fark yok. (bir geri kalmışlık ölçüsü olarak uganda. sanki biz mars'a yerleştik amk) hatta belki uganda'daki insan hayatında twitter görmemiş olsa bile, senden benden daha çok faydası olmuştur şu dünyaya.

bir de birilerini özel hissettirme meselesi var. sevgilinizi, eşinizi, annenizi bilmem kiminizi özel hissettirmeniz gerekiyor. bu 'özel' hissettirme meselesi çok moda, taşağa gelmeyecek bir mesele. oysa mutlu oluyorsun, seviniyorsun tamam. özel hissettirmek/hissetmek, pazarlamacı ve reklamcı kardeşlerimizin bizi bir güzel ütmek için uydurduğu şeylerdir. 'çünkü siz özelsiniz' vallaha kusura bakmayın ama yarrağımı özelsiniz. evet parmak iziniz, göz bebeğinizdeki şekiller falan bunlar dünyada tek. ama aynı şey diğer canlı varlıklar için de öyle. yani bu senin özel olmandan değil, evrimin sonsuz sayıdaki olasılık ihtimallerinin rastgele meydana gelmesinden.

peki dünyada özel insanlar yok mu? elbette var. fakat bu insanlar yaptıklarıyla, başardıklarıyla veya başaramadıklarıyla özel. burada tabii başarmak derken, kendi kişisel başarından bahsetmiyorum sevgili kibir küpü olmuş denyo kardeşim. dünyadaki diğer insanların hayatlarında bir iz bırakmalarıyla, onların hayatlarına dokunmalarıyla özel. işte bu yüzden atatürk, steve jobs, nikola tesla veya rahibe teresa özel insanlar. senin benim gibi starbucks'ta oturup, white chocolate mocha'sını yudumlarken, twitter'dan 'system sucks!' yazmakla yetinmedikleri için.

eğer gerçekten özel olmak istiyorsanız, o yağlı götünüzü kaldırıp, kendinizi özel kılacak bir şeyler yapın. para sizi özel kılmaz. o parayla dünyada bir değişim yaratmadığınız sürece... mevkiniz sizi özel kılmaz. mevkiniz aracılığı ile daha yaşanabilir bir gelecek yaratamadığınız sürece...

hadi şimdi götümüzü devirip yatarak televizyon karşısında özelliğimizi kutlayalım.

24 Ocak 2015 Cumartesi

fotoğraflarda yaşamak

hepimiz fotoğraflar için yaşıyoruz. yediğimiz, içtiğimiz, gezdiğimiz yerler fotoğraflar için. daha doğrusu fotoğraflar ve twitter, facebook aracılığı ile başka insanlar için. 

ben de kendimi ayrı tutmuyorum elbette. yediğimin içtiğimin fotoğrafını paylaşıp, yorum yazıyorum. ulan sen gurme misin pezevenk! eh. herkes beş dakikalığına ünlü olacak dedikleri bu olsa gerek. kendimizi bir bok sanma durumu. ye yemeğini siktir git. neyin havası bu değil mi?

erich fromm'un to have or to be isimli kitabından bir cümle geliyor aklıma bunları düşünce 'artık tanrının yıldızları yaratmasından daha büyüleyici şeyler yarattığımıza iyice ikna olmuş gibiyiz.' siktir et erich başgan! zaten artık kimse kafasını kaldırıp göğe bakmıyor. biz göğümüzü 4-5 inçlik ekranlarda taşıyoruz. ee, göğü bu kadar olan insandan bir üstinsan beklemek de pek doğru olmaz. embesilliğimiz bu yüzden.

içinize dönün. her şey orada. sonuçta her birimiz big bang'te etrafa saçılan atomlarız. dünya oluşmadan önce güneştik, yıldızdık belki. ama bu kendinizi önemli görmeniz için değil. sadece her birimizin aslında aynı şey olduğunu görmeniz için. 

yine de diğer insanlarla pek yakınlaşmamak gerek. yalnızlık en büyük nimet. çünkü insanlar artık saçma sapan inançlara sıkışıp kalmış. her an gıtlağınızı kesebilir o mülayim, namazında niyazında dediğiniz adam. ayık olun. görünmeyen şeylere inanacak kadar paranoyaklaşmış bir insanlık var karşınızda. kaçabildiğiniz kadar kaçın insanlardan.

cehennem başkalarıdır.

14 Ocak 2015 Çarşamba

berbofobia

tarihin en eski mesleği orospuluksa, en ipne mesleği de berberliktir. şimdi hemen celallenmeyin berber hardaşlarım. değdiriyorsunuz işte lan yalan mı?

bir önceki postumdan anlaşılacağı üzere, insan sevmiyorum. sosyalliğin her çeşidinden tiksinirim. bu nedenle berbere gitmek, gereksiz bir samimiyet ortamı olduğu için, benim için işkencedir. zindanlara vurun beni ama berbere götürmeyin. bırakın salınsın saçlarım rüzgarda. uçuşsun tellerim uçurtmalara inat. hahaha. laflara bak amına koyim:)

şu an saçlarım papaz gibi. bu papazlarla da ne alıp vermediğimiz varsa. ırkçılık içimize işlemiş. ama sorsan türk insanı ırkçı değildir... dur lan sosyal mesaja kayıyo konu. ne diyorduk. hah berber. sikik muhabbetlerin döndüğü, insanların birbirlerinin adeta kan kardeşi gibi takıldığı mekanlar berberler. ulan arkadaş sen esnaf değil misin? hatta onu siktir et, bildiğin yün kırpıyosun hacıt. insan denen hayvanın yün kırpıcısısın. neyin tatavası bu allah aşkına. bi de güven verici şerefsizler. getir karını çocuğunu teslim et yani. baya baya hipnotize edici bir etkileri var. mk ultra hatta.

çırağı ayrı alem. gelmiş yalandan üstümü başımı fırçalıyo. bak şimdi. amk ustan yünlerimizi kırptı, sen de tımar mı ediyosun göt. ömer seyfettin misin lan sen amcık. nah sana para.

hem yünlerini bırak, hem para ver. ne güzel lan. gerçi gübremizi bırakınca da para veriyoruz. oha şu an bir aydınlanma geldi bana dur. 

cya.

8 Ocak 2015 Perşembe

yalnızlık

ve genç adam odasının yağmurla ıslanmış pencerelerinden dışarı bakarak, elindeki koyu kahveyi yudumlamaya ve yaşadığı çatı katındaki zifiri sessizlikten kendisini kurtaran yağmura gülümsedi.

hasiktirsin. öyle genç adamlık mı olur amına koyim. eğer bir an bile yukarıdaki gibi bir şeyler yazacağımı düşündüyseniz sizin de ağzınıza sıçıyım.

şimdi işin romantik tatava kısmını siktir edin. yalnızlık olmasaydı, bugün hala mağarada bokumuzla oynuyorduk. çünkü yalnızlık ve yaratıcılık arasında çok kuvvetli bir bağlantı var. tarihteki buluşlara, gelişmelere bakın, genellikle hep birilerinin bireysel çabaları. yoksa köy meydanında etrafına ahaliyi toplayıp da bir şey icad eden olmamış. adamlar yalnız kalmış düşünmüş. zati bu emicelerin çoğu da asosyal insanlarmış. ee adam atomu parçalarken bir yandan kahvede pişpirik oynayacak değil ya.

insan zaten değişiğik bir hayvan. tek başına baktığınızda sevilebilir gibi, efendi gibi, bi sike benzer gibi duruyor. ama topluluk olunca bildiğin bok çukuruna dönüyor. zaten doğu toplumlarındaki cemaatçilik, ümmetçiliğe bakın, bir de batı toplumlarındaki bireyselliğe. her şey ortada. ha batı toplumlarında da sivil toplum kuvvetli diyeceksin ama şimdi cemaat bilinciyle sivil toplum bilinci bir mi hardaş?

iyi güzel de bu yazı ne alaka amk dediğinizi duyar gibiyim. olm bi siktirin gidin etrafımdan diye yazdım. illa sövelim mi yani? efendi gibi söylüyoruz.

homo homini lupus en nihayetinde!