27 Ocak 2015 Salı

kendini özel hissetmek

hepiniz özelsiniz. kendi başınıza, evrendeki en muhteşem ve eşsiz varlıksınız. dememi bekliyorsunuz ama maalesef ki hasiktir.

dünya nüfusu şu an yaklaşık olarak 7.3 milyar. (sen? milyor? sen bu kadar insanı ne yaptın?) ve sen hala twitter'da iki tane bombok kelime esprisi yapınca kendini özel biri gibi görüyorsun. he mi kezo? gel gör ki, seninle ne bileyim uganda'daki bir insan arasında bir fark yok. (bir geri kalmışlık ölçüsü olarak uganda. sanki biz mars'a yerleştik amk) hatta belki uganda'daki insan hayatında twitter görmemiş olsa bile, senden benden daha çok faydası olmuştur şu dünyaya.

bir de birilerini özel hissettirme meselesi var. sevgilinizi, eşinizi, annenizi bilmem kiminizi özel hissettirmeniz gerekiyor. bu 'özel' hissettirme meselesi çok moda, taşağa gelmeyecek bir mesele. oysa mutlu oluyorsun, seviniyorsun tamam. özel hissettirmek/hissetmek, pazarlamacı ve reklamcı kardeşlerimizin bizi bir güzel ütmek için uydurduğu şeylerdir. 'çünkü siz özelsiniz' vallaha kusura bakmayın ama yarrağımı özelsiniz. evet parmak iziniz, göz bebeğinizdeki şekiller falan bunlar dünyada tek. ama aynı şey diğer canlı varlıklar için de öyle. yani bu senin özel olmandan değil, evrimin sonsuz sayıdaki olasılık ihtimallerinin rastgele meydana gelmesinden.

peki dünyada özel insanlar yok mu? elbette var. fakat bu insanlar yaptıklarıyla, başardıklarıyla veya başaramadıklarıyla özel. burada tabii başarmak derken, kendi kişisel başarından bahsetmiyorum sevgili kibir küpü olmuş denyo kardeşim. dünyadaki diğer insanların hayatlarında bir iz bırakmalarıyla, onların hayatlarına dokunmalarıyla özel. işte bu yüzden atatürk, steve jobs, nikola tesla veya rahibe teresa özel insanlar. senin benim gibi starbucks'ta oturup, white chocolate mocha'sını yudumlarken, twitter'dan 'system sucks!' yazmakla yetinmedikleri için.

eğer gerçekten özel olmak istiyorsanız, o yağlı götünüzü kaldırıp, kendinizi özel kılacak bir şeyler yapın. para sizi özel kılmaz. o parayla dünyada bir değişim yaratmadığınız sürece... mevkiniz sizi özel kılmaz. mevkiniz aracılığı ile daha yaşanabilir bir gelecek yaratamadığınız sürece...

hadi şimdi götümüzü devirip yatarak televizyon karşısında özelliğimizi kutlayalım.

24 Ocak 2015 Cumartesi

fotoğraflarda yaşamak

hepimiz fotoğraflar için yaşıyoruz. yediğimiz, içtiğimiz, gezdiğimiz yerler fotoğraflar için. daha doğrusu fotoğraflar ve twitter, facebook aracılığı ile başka insanlar için. 

ben de kendimi ayrı tutmuyorum elbette. yediğimin içtiğimin fotoğrafını paylaşıp, yorum yazıyorum. ulan sen gurme misin pezevenk! eh. herkes beş dakikalığına ünlü olacak dedikleri bu olsa gerek. kendimizi bir bok sanma durumu. ye yemeğini siktir git. neyin havası bu değil mi?

erich fromm'un to have or to be isimli kitabından bir cümle geliyor aklıma bunları düşünce 'artık tanrının yıldızları yaratmasından daha büyüleyici şeyler yarattığımıza iyice ikna olmuş gibiyiz.' siktir et erich başgan! zaten artık kimse kafasını kaldırıp göğe bakmıyor. biz göğümüzü 4-5 inçlik ekranlarda taşıyoruz. ee, göğü bu kadar olan insandan bir üstinsan beklemek de pek doğru olmaz. embesilliğimiz bu yüzden.

içinize dönün. her şey orada. sonuçta her birimiz big bang'te etrafa saçılan atomlarız. dünya oluşmadan önce güneştik, yıldızdık belki. ama bu kendinizi önemli görmeniz için değil. sadece her birimizin aslında aynı şey olduğunu görmeniz için. 

yine de diğer insanlarla pek yakınlaşmamak gerek. yalnızlık en büyük nimet. çünkü insanlar artık saçma sapan inançlara sıkışıp kalmış. her an gıtlağınızı kesebilir o mülayim, namazında niyazında dediğiniz adam. ayık olun. görünmeyen şeylere inanacak kadar paranoyaklaşmış bir insanlık var karşınızda. kaçabildiğiniz kadar kaçın insanlardan.

cehennem başkalarıdır.

14 Ocak 2015 Çarşamba

berbofobia

tarihin en eski mesleği orospuluksa, en ipne mesleği de berberliktir. şimdi hemen celallenmeyin berber hardaşlarım. değdiriyorsunuz işte lan yalan mı?

bir önceki postumdan anlaşılacağı üzere, insan sevmiyorum. sosyalliğin her çeşidinden tiksinirim. bu nedenle berbere gitmek, gereksiz bir samimiyet ortamı olduğu için, benim için işkencedir. zindanlara vurun beni ama berbere götürmeyin. bırakın salınsın saçlarım rüzgarda. uçuşsun tellerim uçurtmalara inat. hahaha. laflara bak amına koyim:)

şu an saçlarım papaz gibi. bu papazlarla da ne alıp vermediğimiz varsa. ırkçılık içimize işlemiş. ama sorsan türk insanı ırkçı değildir... dur lan sosyal mesaja kayıyo konu. ne diyorduk. hah berber. sikik muhabbetlerin döndüğü, insanların birbirlerinin adeta kan kardeşi gibi takıldığı mekanlar berberler. ulan arkadaş sen esnaf değil misin? hatta onu siktir et, bildiğin yün kırpıyosun hacıt. insan denen hayvanın yün kırpıcısısın. neyin tatavası bu allah aşkına. bi de güven verici şerefsizler. getir karını çocuğunu teslim et yani. baya baya hipnotize edici bir etkileri var. mk ultra hatta.

çırağı ayrı alem. gelmiş yalandan üstümü başımı fırçalıyo. bak şimdi. amk ustan yünlerimizi kırptı, sen de tımar mı ediyosun göt. ömer seyfettin misin lan sen amcık. nah sana para.

hem yünlerini bırak, hem para ver. ne güzel lan. gerçi gübremizi bırakınca da para veriyoruz. oha şu an bir aydınlanma geldi bana dur. 

cya.

8 Ocak 2015 Perşembe

yalnızlık

ve genç adam odasının yağmurla ıslanmış pencerelerinden dışarı bakarak, elindeki koyu kahveyi yudumlamaya ve yaşadığı çatı katındaki zifiri sessizlikten kendisini kurtaran yağmura gülümsedi.

hasiktirsin. öyle genç adamlık mı olur amına koyim. eğer bir an bile yukarıdaki gibi bir şeyler yazacağımı düşündüyseniz sizin de ağzınıza sıçıyım.

şimdi işin romantik tatava kısmını siktir edin. yalnızlık olmasaydı, bugün hala mağarada bokumuzla oynuyorduk. çünkü yalnızlık ve yaratıcılık arasında çok kuvvetli bir bağlantı var. tarihteki buluşlara, gelişmelere bakın, genellikle hep birilerinin bireysel çabaları. yoksa köy meydanında etrafına ahaliyi toplayıp da bir şey icad eden olmamış. adamlar yalnız kalmış düşünmüş. zati bu emicelerin çoğu da asosyal insanlarmış. ee adam atomu parçalarken bir yandan kahvede pişpirik oynayacak değil ya.

insan zaten değişiğik bir hayvan. tek başına baktığınızda sevilebilir gibi, efendi gibi, bi sike benzer gibi duruyor. ama topluluk olunca bildiğin bok çukuruna dönüyor. zaten doğu toplumlarındaki cemaatçilik, ümmetçiliğe bakın, bir de batı toplumlarındaki bireyselliğe. her şey ortada. ha batı toplumlarında da sivil toplum kuvvetli diyeceksin ama şimdi cemaat bilinciyle sivil toplum bilinci bir mi hardaş?

iyi güzel de bu yazı ne alaka amk dediğinizi duyar gibiyim. olm bi siktirin gidin etrafımdan diye yazdım. illa sövelim mi yani? efendi gibi söylüyoruz.

homo homini lupus en nihayetinde!